Merhaba Herkese,
Aşağıda ilginç bir blog yazısı okuyacaksınız. İlginç çünkü, bu yazı bir iş başvurusudur. Geçtiğimiz günlerde Edelkrone firması tarafından açıklanan “blog editörlüğü” ilanına başvurmak için aşağıdaki yazıyı yazmıştım. Peki ne oldu? Başvurumun incelenip incelenmediğini bilmiyorum. Hem siteleri üzerinden, Hem de Kadir Köymen Bey’e Linkedin üzerinden bu yazıyı yolladım. Fakat cevap alamadım. Şimdi düşünüyorum. Cevap vermemekte haklılar.
Risk almak, bu işi yapmak ve yeni şeyler denemek istiyorum. Fakat üstümdeki sorumluluk, mahalle baskısı, ailemin mutluluğundan dolayı bu ilana başvuramayacağım.
diyen bir insanın, başvurusunu neden değerlendirsinler ki? Edelkrone hayranlık uyandıran bir firma. Orada çalışamayacağımı biliyorum. Amacım, Kadir Bey ile tanışmak için bir fırsat kollamaktı.
Başka Bir Şey adlı video serisi beni çok etkiledi. Bu video serileri sayesinde, uzun süredir düşündüğüm fikirler konusunda aksiyonlar almayı başardım. Harekete geçtim. Bence Kadir Bey’in yapmak istediği de buydu. Birilerini harekete geçirmek. Hareketim başarıya ulaştığında zaten kendisi ile görüşmek daha kolay olacak. Hareketim başarıya geçinceye dek, “All Hail Edelkrone“
Bu yazı 1 Haziran 2016 tarihinde Edelkrone adlı firmaya iş başvurusu için yazılmıştır. Okumanız dileğiyle
Challenge Accepted
Önce her şey için çok geç olduğunu düşündüm. Ardından dilime bir şarkı sözü dadandı ve mırıldandım.
Tomorrow never comes until it’s too late!
Belki hala geç kalmamışımdır. Şansımı denemeliydim. Sonra “neden” diye soramamak için bir kere olsun kendim için bunu yapmalıydım. Ve denemeye başladım.
Kimim Ben?
Ben Sabri Suyunu. Aydınlı Perakende Grubu’nda, Türkiye’de az bilinen bir alan olan Analitik üzerine çalışmaktayım. Analitik, verinin içindeki anlamlı deseni çıkarmak demektir. Bugünlerde “analitik” yerine “veri bilimi” kullanılmaya başlansa da ben henüz o mertebeye ulaşamadığım için hala analitikçiyim diyorum.
Yaptığım işi kısaca anlatmak gerekirse, Satış Tahmininden, hangi ürünün hangi mağazaya kaç adet yollanmasına; Hangi ürüne ne kadar indirim yaparsam ne kadar satardan, hangi müşteri ne zaman hangi mağazaya gelir sorusunun cevabına, Depoda ürünü nereye koymalıyım ki toplanması en hızlı olsundan, mağaza kaç personel çalıştırayım ve hangi personel ne zaman işe gelsin ve ne kadar çalışsına kadar bir çok soruya, veri, analiz, veri madenciliği, optimizasyon, simülasyon gibi teknikler kullanarak çözmeye çalışıyoruz.
Dream On!
Aslında her şey bundan 6 ay önce başladı. Aralık ayının ilk haftası, yurtdışında gördüğü ülkeler 1 elin parmağını geçmeyen Sabri adlı kişi, SanFrancisco’da Silikon Vadisini ziyaret etmeye gitti. Gitmekle de kalmadı, IBM, Amazon, Walmart Labs, Groupon, Order Dynamics, Agilone, Mobile Action firmaları ile de görüştü. Santa Clara ve Stanford Üniversitelerinden hocalarla da görüştü. Görüştü görüşmesine de artık Sabri eski Sabri değildi. Aslında Metin Şentürk benim duygularıma ciddi tercüman oluyor bu aşamada:
umudum dağların ardına kaçtı
seni sevdim feleğim şaştı
bu son damla bardağı taştı
maymun gözünü açtı
Türkiye’de doğmuş, Türkiye’de okumuş, Türkiye’de çalışmış bir insanı Amerika’ya, hele hele Silikon Vadisi’ne yollarsanız ne olur sorusunun cevabıydım? Bu bir kültür şokundan öteydi. Hissettiklerim sevinç değildi, umut değildi. Hüzün, umutsuzluk ve çaresizlikti. Her gittiğim firmadan, her konuştuğum insandan bir yumruk yedim. Neden diye soruyordum kendime. Neden biz bunları yapmadık bugüne kadar ve neden bunları yapmıyoruz?
9 günlük seyahatimiz bitti ve biz İstanbul’a döndük. 1 ay sonra, tekrar Amerika’ya bu sefer NewYork’a gittim. Dünyanın en büyük perakende organizasyonlarından NRF’i izlemeye gittim. 1. günün sonunda yanımdaki arkadaşa şu soruyu sordum. “Türkiye’den insanlar bu fuara 6-7 senedir gelmekle övünüyorlar. Neden hiçbir Türk bu fuarda konuşmacı olarak sahneye çıkmıyor?” Bu sefer hüzün değil kendime olan kızgınlığım ön plana çıkıyordu.
Sabah 8 Akşam 6
Bugüne kadar hep kurumsal firmalarda çalışmıştım. Sabah 8 akşam 6 çalışan biriydim. 2007 yılında Endüstri Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra LC Waikiki’de Sistem Analisti olarak işe başlamıştım. 2012 yılında İş Analitiği Departmanının Müdürü olmuştum. LC Waikiki’den ayrılırken 9 kişilik bir ekibi yönetiyordum. Kurumsal ve kuralları olan bir firmada mümkün olduğunca kendi prensiplerimi oluşturmaya çalışıyordum.
Örneğin, izin almak yerine haber verilmesini istiyordum. Bir kişiyi işe alacağım zaman ekipteki kişilerle görüştürüyordum. Ekipteki kişileri, sadece teknik yetkinliklerine göre değil, Haftasonu ya da akşamları takılıp muhabbet edebileceğimiz kişilerden seçiyordum. Şirketin izin verdiği ölçüde, ofis dışında da çalışmaya (starbucks, vs.) teşvik ediyordum. Öğlenleri Counter Strike oynayarak vakit geçiriyorduk. Yemekleri beraber yiyor ve yemekte iş konuşmuyorduk. Birbirimizi tanıyor, tanıdıkça birbirimize daha çok bağlanıyorduk. Bunların hepsi 2012-2015 yılları arasında olmuştu. Ve Ben Amerika’ya gittiğimde, bunları yapmak için sisteme baş kaldırmama gerek olmadığını, şirketlerin bu kolaylıkları sağlayabildiklerini gördüm. Hepsinden öte bunun bir kültür olduğunu gördüm. Delivering Happiness adlı kitapta Tony Hsieh şirket kültürünün çok önemli olduğuna çok fazla vurgu yapıyor. İnsanların sevdikleri işi yapmasının, sevdikleri işi eğlenceli hale getirmenin ne kadar önemli olduğundan bahsediyor. Hepsinin dışında kitapta şu cümleleri okuyunca yanlış yapmadığımı görerek mutlu oldum: “To keep our culture strong, we wanted to make sure that we only hired people who we would also enjoy hanging out with outside the office.”
Amerika yolculuğu sırasında uçakta izleyemediğim bir çok filmi izleme şansı buldum. Terminatör serisini bile baştan sona izledim. Uçakta bulunan Genel Müdürümün tavsiyesine uyarak “The Intern (Stajyer)” (Anne Hathaway ve Robert De Niro) adlı filmi de izledim. Hem çalışma ortamı, hem çalışma kültürü hem de jenerasyonları anlatan bu filmi çok beğenmiştim. Bu filmi İstanbul’a gelince ailem ve ekibimle de paylaştım. (Sevdiği şeyleri tavsiye eden bir yapım var)
Ardından olaylar hızla gelişmeye başladı. Ekibimden bir kişi bana Barış Özcan‘ın “Pijamayla Çalışmak” adlı videosunu yolladı. Bu videoyu izleyince de Edelkrone ve Başka Bir Şey ile tanışmış oldum. Başka Bir Şey 6. videosunu yayınlamıştı ve ben o günlerde Youtube’u sadece müzik dinlemek ve Analitik programların nasıl kullanıldığını öğrenmek için kullanıyordum.
Bu gerçekten Başka Bir Şey
Edelkrone ile tanıştıktan sonra, bütün taşlar yerine oturdu. Ekip yönetiminden, işe alımına, şirket kültüründen, çalışma şekline, yeni bir şeyler üretmekten, yurtdışındaki başarılara kadar her şey harikaydı. Bununla da kalmamıştı, Mükemmel videolarla bunları cümle aleme anlatıyorlardı.
Edelkrone geliştirdiği yeni ürünler ile zaten dünya piyasasında çok daha fazla ses getirecektir. Benim açımdan bundan daha önemli olan bir şey var. Yönetici olduğum 4 senedir kurumsal firmalarda oluşturmaya çalıştırdığım kültürün çok daha fazlasını, Amerika’daki startup kültürünü ve yeni neslin arayıp da bulamadığı ofis ve çalışma rahatlığıyla birleştiren bir firma Edelkrone. Firmanın çalışanlardan oluştuğunu bilen ve çalışanların mutlu olduğu bir firmanın her zaman başarılı olabileceğine inanan bir firma.
Başka Bir Şey videoları çıktıkça izliyor ve izletiyordum. Bir gün “Başka Bir Şey 6. Bölüm” ü bir toplantıda izletmeye karar verdim perdeye yansıtarak. Orada şu cümle geçiyordu: “Belki birkaç tane patron izliyordur orada bizi” Evet ben Patron değildim ama Türkiye’de önemli bir firmanın üst yönetimine bu videoyu izlettim. Bu fikirlerin sadece Amerika’da değil, Türkiye’de de uygulanabileceğini göstermek için.
Bunları neden anlattım?
Tanışmak çift taraflı yapılan bir eylemdir. İşteş fiil yani bir işin birden çok özne tarafından karşılıklı, ortaklaşa yapıldığını belirten fiildir. Halbuki ben sizi tanıyor, siz beni tanımıyordunuz. Şu ana kadar kısaca ben size kendimi ve sizinle tanışma hikayemi anlattım. Bunu neden mi yaptım? Çünkü ekibinizin bir parçası olmayı istiyordum.
Amerika’da öğrendiğim en önemli şeylerden bir tanesi şu oldu. “Idea is nothing, Execuiton is everything” Sizin ekipte olmak isteyen yüzlerce insan var. Geçtiğimiz günlerde üniversite öğrencilerinden bir tanesi bana hocalarının, Girişimcilik dersinde sizin videolarınızı izlemeyi ödev olarak verdiklerini söyledi. Gençler sizin ekipte olmak istiyor. Fakat benzer bir durumda hadi aksiyona geç dendiğinde, sonra başvururum, ne yapacağım ben şimdi orada, beni almazlar ki gibi cümlelerle karşınıza çıkabiliyorlar. Ben de ilanı ilk gördüğümde, beni almazlar ki dedim ve açıkçası başvurmaya üşendim. Başvurmak için fikrim vardı ama aksiyona geçemiyordum. Sonra aklıma diğer bir ünlü Amerikan sözü geldi.
“Fake it till you make it” Bu sözü belki yanlış anlamışımdır ama 2 hafta boyunca yatarken aklıma geldikçe Edelkrone’nun bu ilanına başvurduğumu düşündüm. Başvurumu nasıl yaptığımı ve neleri anlatacağımı hayal ettim. Ama sadece başvuru kısmını hayal ettim ve bunu yaşadım. Taki bu yazıyı yazana kadar.
Take Risks, Try Things?
Şu anda İstanbul’da yaşıyorum ve sevdiğim bir işi yapıyorum. Ailem burada. Beni buraya bağlayan bir çok şey var. İyi de para kazanıyorum. Haftada bir gün arkadaşlarımla görüşüyorum. Güzel ve nitelikle bir ekip yönetiyorum. Başarılı projelere imza atıyorum. E o zaman neden başvuruyorsun bu ilana?
İki nedeni var. Birincisi Edelkrone, ikincisi blog yazmak. Edelkrone hayatıma 5 ay önce girdi ama 2007’den beri blog yazıyorum. Blog yazmanın da ötesinde, yazmayı seviyorum. İkisi birleşince başvurmamak için tutmadım kendimi. Sonuçta, Doğru olanı yapmak, hiç yanlış olmamıştır. (Intern)
Risk almak, bu işi yapmak ve yeni şeyler denemek istiyorum. Fakat üstümdeki sorumluluk, mahalle baskısı, ailemin mutluluğundan dolayı bu ilana başvuramayacağım. (Sanki başvurdum ve beni iş alacaklar gibi yazıyorum ama Fake it till you make it etkisindeyim mazur görün) Başvurmasam da başvurmayı denemem gerekiyordu. Bu başvuru için de bir CV yollamak yerine bir blog yazısı tercih ettim. Bu blog yazısının içinde kendimden, yaptığım işlerden, iş hayatına bakış açımdan, Edelkrone ile tanışma hikayemden bahsettim. Daha anlatacak çok şey vardı ama burada yazıma son vermek istiyorum.
I think tomorrow’s come, I think it’s too late.
21 Mayıs 2016 günü bir rüya gördüm. Otel gibi bir yerde bir organizasyon için insanlar toplanmıştı. Ben de oradaydım. Kadir Köymen ile karşılaşıyordum. Biraz muhabbet ettikten sonra ufak bir oyun oynuyoruz kendisiyle ve yenişemiyoruz. Akşam saat 7’de buluşup bir oyun daha oynamaya karar veriyoruz. Ben odadan çıkamıyorum ve geç kalacağımı da haber veremiyorum. Saat 7 buçukta oraya gittiğimde, Kadir Köymen bana üzülen gözlerle bakarak, başka bir programının olduğunu söyleyerek gidiyor ve rüya bitiyor.
Bu rüyayı gördükten sonra başvurmaktan vazgeçmiştim. Ben başvuruna kadar sürenin dolacağına ve zaten birini alacaklarını düşünüyordum. Fakat yine de başvuruyorum. Geç de olsa, başvurumu yapıyorum.
Ben Sabri Suyunu, Eğer hala geç kalmadıysam, başvurum bu blog yazısıdır. İncelenmesini talep ederim.
Yazar: Sabri Suyunu
Web Sitesi: sabri.suyunu.com , sabri.kim
E-Mail: sabrisuyunu@gmail.com , sabri@suyunu.com
Cep Tel: +90 539 870 44 42
Valla bravo çok güzel yazmışsınız ve yazınız, içindeki alıntılarla birlikte çok enerjik ve insanı harekete geçirici. Ben de üniversite 3. sınıf endüstriyel tasarım mühendisliği okuyorum ve tasarım stajım için başvurmak istiyordum ama gerçekten içimde ciddi bir korku vardı. Stajyer olarak bile kendimi Edelkrone için çok yetersiz görüyordum ama yazınız gerçekten çok umutlandırıcı ve cesaret verici. Umarım hedeflerinize ulaşırsınız 🙂
Saygılar…